Akşamları hep aynı yerde, kimsenin kendini zorunda hissetmeden, önceden haberleşmeye gerek duymadan, o gün boşta olanların uğramaya çalıştığı ve gelebilenlerin birbirini bir masa etrafında bulduğu; ne yaptığımızdan, ne düşündüğümüzden bağımsız, günün sonunda benzer bir bezginliği paylaşabildiğimiz, içimizi dökebildiğimiz, havadan sudan konuşabildiğimiz, kendiliğinden oluşmuş, kalabalık ve sıcak bir arkadaş grubuna ne denli ait hissettiğimi düşünüyor ve düşlüyorum…
-çevre sokaktan, şili meydana doğru bir yürüyüşte “siyah beyaz’a” selam vererek-