Aslı Ildır’s review published on Letterboxd:
“(…)
Özellikle ilk beş bölümde daha incelikli bir şekilde işlenen karakter arası çatışmalar ve Zehra’nın iç çatışması, son üç bölümde daha kitabi ve sembolik bir yere savruluyor, çatışmaların altı kalın çizgilerle çiziliyor. Belki bu nedenle ilk başta şehirle kurulan daha samimi ve karşılıklı ilişki, sonrasında aynı etkiyi yaratamıyor. Zehra Amasya’ya annesi Aylin’i görmeye giderken ilk defa Nesrin’in önünde başörtülü bir şekilde çıkıyor. Zehra sonrasında İstanbul’a geri döndüğünde, önceki bölümlerde daha başka şekillerde -belki daha karmaşık şekillerde- yaşadığı iç çatışmayı, başörtüsü üzerinden yaşamaya başlıyor. Başörtüsü, hem fiziksel hem de sembolik olarak belki daha görünür olduğundan, daha önceki bölümlerde izlediğimiz alkol, cinsellik ve giyim tarzı üzerinden yaşanan çatışmalara daha ağır basıyor. Zehra önce okul arkadaşlarıyla, sonra Amasya’daki eski sevgilisiyle, sonra fotoğrafçıyla, sonra Nesrin’le, sonra da drama grubu ve hocasıyla üst üste aynı çatışmayı yaşıyor bu bölümler boyunca. Zehra’nın kimlik çatışmasının ağırlıklı olarak başörtüsü üzerinden tartışılması, ne yazık anlatının kendi kendiyle çelişmesine neden olmuş. Zehra’nın ağzından da defalarca duyduğumuz, son drama sekansında da açıkça tartışılan başörtüsü meselesi; başörtülü kadınlara dair toplumsal önyargılar, bu kadınların maruz kaldığı bakış, başörtüsünün temsili yükü ve bunun yalnızca kadının omzunda olması gibi hatlar üzerinden tartışılıyor. Ve dizi, ironik bir biçimde, daha en başından itibaren tıpkı İstanbul – ve İstanbul Ansiklopedisi – gibi karmaşık, çok parçalı, ucu açık bir kimliğe sahip bir karakter olarak kurmaya çalıştığı Zehra’nın “anlatısal zamanını” defalarca aynı sembolik çatışmayla, tabiri caizse, “harcıyor”. Başörtüsü meselesinin diğer çatışma konularına nazaran daha çok yer kaplaması, görünürlüğü ve temsili yükü nedeniyle anlaşılır. Ancak nasıl ki dizi Emek Sineması sekansında seyircinin toplumsal ve siyasi hafızasına güvendiyse ve Emek Sineması’nın yıkılış/yok oluş süreciyle ilgili hiçbir bilgi/detay verme gereği duymadıysa, başörtüsü meselesinde de aynı tavrı alabilirdi belki. Böylece başörtülü ya da başı açık (ya da her ikisi birden) bir kadın olarak Zehra’nın çok daha zenginleşebilecek iç dünyasına, inanç ve kimlik krizine, sınıfsal çatışmasına ve elbette başka direniş/dayanışma biçimlerine alan açılabilirdi belki. “
Yazının tamamı için: ALTYAZI SİNEMA DERGİSİ